30 Nisan 2009 Perşembe

An Istanbul Dream


Geçen gece çok değişik bir rüya gördüm. Uzun süre etkisinde kaldım belki de bilemiyorum. Belki de rüyanın etkisi.. Ne demek rüyanın etkisi? peki rüya nedir? nasıl görülür? neden görülür? diye kendi kendime sormaya başladım. Gerçekten rüya hakkında neler biliyoruz. Şöyle bir düşünelim, düzenli yaptığımız şeyler neler "playstation oyunları, müzik dinlemek, bisiklete binmek, bowling, bilardo, futbol, basketbol, rafting, yamaç paraşütü, kitap okumak, işe gitmek, okula gitmek, yemek yemek, duş almak, maça gitmek, gezmek, içmek, uyumak ve RÜYA görmek" ... Aslında nereye varmaya çalıştığımı anladınız biliyorum.. Yukarıda sıraladığım düzenli yapılan şeyler içerisinde RÜYA görmek hariç diğerleri kendi insiyatifimizde olan, zamanını ve/veya mekanını keyfimize göre ayarlayabildiğimiz etkinlikler/aktiflikler.. Peki RÜYA, hangimiz "bu gece erken yatıyorum RÜYA göreceğim diyebiliyo".. Çok ilginç değil mi düzenli olarak futbol oynayan biri topa nasıl vuracağını nasıl falso vereceğini nasıl gol atıp nasıl faul yapacağını bilir ama isterse hiçbirini de yapmayabilir hatta hiç oynamayabilir de..(!) veya kitap okumayı seven biri kitabı eline aldığında etrafta dikkatini dağıtacak bir şey olmamasını isteyebilir veya zevkine göre kulaklığını takıp okuyabilir, efendime söyliyeyim kitabı bırakacağı yere ayracı koyması ya da sayfanın kenarını kıvırması gerktiğini bilir..ama dilerse bunların hiçbirini yapmayıp, kitabı da bir kenara atabilir.


Peki ya RÜYA ?? Bu gece RÜYA görmeyeceğim diyebilen biri var mı ya da şu tarz RÜYA göreceğim diyebilen. Nasıl olur da böylesine bütün hobilerimizden daha sık yaptığımız/gördüğümüz bir olay hakkında en ufak bir seçme kabiliyetinden yoksun olabiliriz.. Bana kızmayın sorularım beni bu noktalara getirdi, dolayısıyla bende sizi :)
Genel olarak rüya ; uykunun genel ve karakteristik özelliklerinden biri olup, uykunun hızlı göz hareketi (REM) adlı evreleriyle yakından ilişkili bulunan, görsel ve işitsel algı ve duygulardır. Tanım güzel kısa ama tam açıklayıcı olduğu söylenemez. Bakalım bilim adamları ne diyolar?

Freud, rüyayı çocuksu ve akıldışı arzuların bir tatmini olarak görmektedir. Rüyaları oluşturan motifleri akıldışı arzularımız ve düşüncelerimiz olarak yorumlamaktadır. Uykumuzda gündüzleri varlığından haberdar olmadığımız veya olamadığımız dürtülerimiz canlanmaktadır. Bilincimiz tarafından bastırılan ve dışlanan akıldışı nefret, hırs, kıskançlık ve özellikle de çarpık cinsel arzular, rüyalarımızda birdenbire ortaya çıkaverirler. Yani Freud akıldışı arzularımızı içimizde taşıdığımızı, fakat toplumun etkisi (mahalle baskısı) ile onları bastırmakla kurtulamadığımızı söylemektedir. Uyku sırasında bilinç tarafından uygulanan kontrol azaldığından, bu arzular canlanırlar ve kendilerini rüyalarımız aracılığıyla belli ederler. Bilmem belki de doğru olan budur :s

Jung’un rüya yorumuna gelince ; onun rüya yorumuna yaklaşımı rüyanın amacını sorgulamak ve bilinçaltının belirli bir sembolü neden seçtiğini ve rüyayı gören kişiye kendi yaşamı ve yaşamına karşı tutumu hakkında ne göstermeye çalıştığını anlatmaktı. Jung sembollerin rüyayı gören kişiye özgü bir gücü olduğunu ve dar bir yorumla sınırlanamayacağını iddia etmektedir. Kısaca Jung diyor ki Etajerlerde duran Rüya Tabirleri Kitaplarını / Ansiklopedilerini çöpe atın çünkü her sembol kişiye göre farklı işaretler barındırır.

Büyük rüya yorumcularından Erich Fromm ise rüyaları unutulmuş bir dil olarak görür ve geçmişin insanlar için rüya ve hayallerin zihnin en önemli ifadeleri arasında olduğunu söyler. Ona göre rüya sembolleri evrensel, geleneksel ya da rastlantısaldır. Rastlantısal semboller kişilerdir ve bireysel çağrışıma ilişkindirler. Geleneksel semboller tek anlamlıdır. Evrensel sembollerin örneğin “güneş” sıcak ve ışık gibi evrensel anlamları vardır. Haydaaa…

Benim de biraz kafam karışsa da biraz da rahatladım, bilim adamları da henüz çocuğun adını koyamamışlar, sorun bende değilmiş, ben de daha koymadım çocuğumun adını :)

Eskiler ne demiş peki?
Romalı dilbilgisi uzmanı ve neoplatonist filozof Ambrosius Theodosius Macrobius çalışmasında rüyaları şöyle sınıflandırmıştır:
İnsomnium: Korku, kaygı gibi manevi hallerle ilgili veya yemek, içmek yoluyla vücuda alınan maddelerden kaynaklanan rüyalar.
Visum ya da phantasma : Yarı-uyku rüyaları.
Oraculum: Kehanete ilişkin rüyalar.
Visio: İlahî kaynaklı peygamberane rüyalar.



İslam inancına bakacak olursak rüya Arapça “görmek” demektir. Kuran’da rüya hakkında çok fazla bilgi verilmez, rüyaya Kuran'da özellikle Yusuf Suresi’nde yer verilir. Kuran-ı Kerim’de yer bulabilen bir olgu ;)

İbn Haldun'un Mukaddime’de belirttiği gibi, tasavvufta genel olarak rüyalar üç grupta ele alınır:
İlahi kaynaklı rüya: Bunlar açık olduğundan yoruma gerek göstermezler. Doğru ve görüldüğü gibi çıkan bu rüyalara rüyâ-ı sâliha (salih rüya) da denir. Salih rüya son derece az görülür. Salih rüya görmek sadece müminlere özgü değildir; müslüman olmayanlar da görebilir. Yusuf Suresi’ndeki Mısır firavununun ve iki mahpusun gördüğü rüyalar buna örnek olarak gösterilebilir.
Melekten olan rüya: Bunlara rüya-yı sadıka denir. Yoruma muhtaçtır. (Sembolizm içerirler)
Şeytandan olan rüya: Bu rüyaların aslı faslı yoktur. Kurân’da "edğasü ahlam (karmakarışık düşler)" (Yusuf, 12/44) olarak geçer. Hiçbir faydaları olmadığından yorumlanmaları da gerekmez. (Psikofizyolojik kaynaklı rüyalar)
Görüyoruz ki her 2 kültürde bir şekilde rüyaları sınıflandırmış hem de büyük benzerliklerle..Yıllar yılı bu kadar üzerinde durulmuş hala da duruluyor.

Naçizane yorum ve ansiklopedik bilgilerle size rüyanın ne olduğunu/olabileceğini anlatmaya çalıştım. Artık şöyle bir soru sorabiliriz “ Yahu ben bu mereti her gece görüyorum, kimi zaman hatırlıyorum kimi zaman hatırlamıyorum, bana bir şeyler mi söylemeye çalışıyor, yoksa bastırılmış duygularım mı?” Kesin bir cevap veremem, herkesin “rüya” yorumu farklıdır..

Gelelim beni bu noktalara sürükleyen rüyama, beni böylesine kafa yormaya sürükleyen rüyam 5sn bile değil.. “Rüyamda bir sabah alarm sesiyle uyanıyorum, etraf hala karanlık, pencereyi açıyorum, doğu istikametine bakıyorum ve Güneş doğmuyor” Buna istinaden doğada yaşanacak olan çürümeleri düşünürken uykudan uyanıyorum. Peki gerçekten düşünürsek güneş doğmazsa neler olur? İyi açıdan bakacak olursak ozon tabakası x ışınlarına maruz kalmaz, küresel ısınma durur, vampirlere gün doğar, uyku saatlerinde artış gerçekleşir, lig maçlarının hepsi gece oynanmaya başlar, enerji en önemli sektör haline gelir, kutuplardaki buz kütlelerinin erimeleri durur, sayısı azalan kutup ayıları eski formlarını yakalarlar (kış uykusundan kalkabilirlerse :)), buz pateni sporu yaygınlaşır, boğaz donar yürüyerek asyadan avrupaya geçiş tekrar yapılabilir (1948)…

Yukarıdaki satırların olması için olması muhtemel olmaması gerekenler ; pleistosen (buzul) çağı başlaması, bitkiler ölmesi, hayvanların (insan) ölmesi, insanlığın ölmesi.. :)

Rüya her ne olursa olsun, bence çok güzel, gizemli bir kavram..Yoksa bu yazıyı okuyan onlarca insanı nasıl görebilebilirim Rüyalarım Olmasa…


Son olarak ben bu rüyanın peşinden düşünürken elime gecen bir video hoşuma gitti, direkt olmasa da bana rüyamı anımsattı, yaratıcı arkadaşlar dilerseniz buyrun seyredin, saygılar, sevgiler, öpücükler, tatlı rüyalar..



21 Temmuz 2008 Pazartesi

havalimanı trajik ve trajikomik olaylar :)

14 mayıs 2007'den beri havalimanında aktif olarak görev yapmaktayım, yaklaşık 14,5 ay gibi bir süre..( adam olana çok bile :p) ve yaklaşık 10 gün sonra işten ayrılacağım..Herkes bilmeyebilir kısaca işimden bahsedeyim, kimi kritik uçuşlarda seyahat doküman kontrolü ( pasaport, vize, oturum, kimlik, id, green kart vs.) yaptım, en kısa manada şöyle özetledim doküman yeterli mi? geçerli mi? daha fazla ayrıntıya giremeyeceğim, çok klişe ama gerçekten meslek sırrı ve üçüncü şahıslarla paylaşılması sakıncalı bilgiler bunlar..

herneyse bu yukarıda anlattığım apron kartını taktığım andaki asıl işim, ama o apron kartını taktığınız andaki yan iş konumunda asıl işiniz bir anda danışma (information) görevi görüp, size bir gün içerisinde ve her gün sorulan sorulara kızmadan, sıkılmadan, bıkmadan, usanmadan, gülmeden en alt kademeden en sosyetik kademeye kadar herkesin anlayacağı bir dilde cevaplamak.. Zaten trajikomik muhabbetlerin birçoğunun kaynağı bu asıl görevi ifa ederken gelişiyor ;)

Anlatacağım olaylar dizisinde benim mesleğim yani profiler için prof, supervisor için spv, teamleader için tldr, polis için pls ve yolcu için de pass kısaltmalarını kullanacağım... kimi yaşanan olaylarda daha önce havalimanı tecrübesi olmayanlar için kısa bilgiler de vereceğim..

daha fazla zaman kaybetmeden başlayayım diyorum...

Listemin başındaki bu hikaye gözen(şirketim) efsanelerinin başında geliyor benim için..

Ben nerde yanlış yaptım abey??

olayın gectigi yer dış hat transit bölgesi, yani herhangi bir başka ülkeden gelip, türkiyeye girmeden başka bir ülkeye aktarma yapan yolcuların geçtiği bölge..

yolcunun nereden geldiği tam belli değil ama büyük ihtimalle kıbrıstan geliyor, karşınızda hayatınızda gördüğünüz en kro insanlardan biri var, hani görseniz havalimanına sokmayacağınız cinsten gözendeki tabiriyle ağır kro ve çori bir tip, üstü başı hala çamurlu sağında solunda elbisede yırtıklar var, türkçeyi zor konuşan bir t.c vatandaşı daha doğrusu çifte vatandaş, yolcudan pasaport istendiğinde herkes şoka girmek üzeredir, dayım finlandiya pasaportu çıkartır, profilerın yaptığı mülakattan bir sonuc cıkmaz ama bu adamın bu şekilde uçmasına izin vermek büyük risktir, pasaport pasaport polisine götürülür, polis bir pasaporta bakar bir yolcuya bir yolcuya bir pasaporta akabinde yolcuya okkalı bir tokat geçirir, yolcuya eşlik eden gözen çalışanın aklına ilk gelenler 'bu adam aranan bir kaçak olsa gerek' 'yok yok kaçak değil pkklı galiba' şimdi tokattan sonra polisle çori yolcu arasındaki dialogu aktarayım ;

pass : abe neden vuruyorsun bana?
poliste en ufak yumuşama olmaksızın bir osmanlı tokadı daha
pass: ben birşey yapmatım apey
polis son kuvvetiyle bir osmanlıyı daha geçirir.. gözen çalışanı gördüklerine anlam veremeyecek durumdadır
pass: apey neden vuruyorsun bana ben ne yaptım sana
polis son bir kez daha adamla gözgöze gelir ve ağzından şu cümle dökülür..
pls : şikayetçi olacak mısın benden?
pass: yok abi olmayacağım
polis gözen çalışanına dönerek olayı aydınlığa kavuşturacak açıklamayı yapar..
Pls: Gönderin bunu bu pasaport orjinal ;)
yolcu yediği üç tokatın yanağında bıraktığı izle uçağın yolunu tutar :)))


!!European Farsi!!

Sıradaki olayın geçtiği yer yine dış hat transit bölge.. karşımızdaki yolcu bu sefer gecmişte bir şekilde illegal yoldan ingiltereye daha doğrusu birleşik krallık'a (united kingdom) iltica etmiş ve orada sınırsız oturum almış ama hala ingilizcesi yerlerde seyreden bir iranlı amca..yaptığımız işin gereği sınırsız ingiltere oturumlu, londrada yaşadığını söyleyen ama 'i ben love seni you seviyorum' görüntüsüne bir yolcu ile karşılaştığımızda bazı prosedürler uzuyor, yolcu bekliyor fakat yolcunun dokümanları orjinal olduğu için çileden çıkmaya başlıyor ve tam bu dakikada yolcunun üstün ingilizcesi keşfediliyor ' för mi törkiy nat yurop' :))) güler misin ağlar mısın ? olayı göz önünde canlandırdıkça gülmekten alıkoyamaz insan kendini, biz de ona sen de avrupaya ait değilsin ama bir şekilde girmişsin diyoruz :p

Peltekliğin gözü kör olsun

Sıradaki olayın geçtiği yer THY (Türk Hava Yolları) business class...bilmeyenler için üstünden geçeyim, Amerika'ya uçan yolcular Amerika'da kalacaklar adresleri bilmek ve check-in işlemi yapmadan önce bizim tarafımızdan bilgisayara girilmesi gerekmektedir, talih bu ya mekanik bişi olmayınca bilgisayardaki bağlantıda en ufak bir sorun, bir yavaşlama, bir kopukluk olduğunda sıra olduğu gibi birikmekte ve sanki hiç beklemeye alışkın olmayan gibi davranan yolcular dellenmektedir. Bu sefer ki kahraman yolcumuz dellenmeden görevli elemanlarımızdan bir tanesi 'beyefendi sistemde bir yavaşlık var o yüzden bekliyoruz' açıklamasını yapıyor.. Yolcu bunun üzerine ' sistems seni sede yavass' gibi 'sistemi de seni de s.kiim' e benzer bir cümle çıkarıveriyor ağzından..bu sırada gecenin bilmem kaçından beri orada çalışmakta olan güvenlik çalışanı dellenir ve adama bağırır 'Ne s.kiosun lan sen'..... sinirlerin gerildiği andır ki adamın karısı kendine has aksanıyla devreye girer 'benim kocam size küfretmedi ki o S'leri peltek söyler' keza adam da 'ben küfretmedim yanlış anladın sseen' der. anlaşılır ki sonradan yolcu cidden S'leri peltek veya diğer bir tabirle açık söylemektedir ama o an için ne demek istediğini Allah'a havale ederek affediyoruz..tabi olay bununla da kalmıyo güvenlik elemanı adamın masumiyetine kanaat getirince gidip adama 'beyefendi az önceki yanlış anlaşılma için kusura bakmayın' der..yolcunun verdiği cevap da S ' leri kadar enteresandır 'Önemli değel maksat işümüz görülsün' :)

Eyy toz parçası nelere kadirsin??

Sıradaki hikaye Londra kontuarında geçiyor, yoğun bir londra sabahının son demlerindeyim, artık gözlerim açık kalmaktan dolayı bana acı vermekte.. 'ayrıntı : londra bir profiler için en zor shifttir denebilir gece 03.00 cvarı alınırsınız ve son londra uçağı öğlen 13.15 civarı gider'.. karşıma başı kapalı benden 2-3 yaş küçük bir bayan..malum bir insanın başı kapalı olduğu zaman pasaportundaki fotoğraftaki saçları ve kulakları yolcuyla karşılaştıramadığımız için işimiz biraz daha güçleşiyor biraz daha dikkatli olmamız gerekiyor (!) bendeki bahtsızlık pasaporttaki fotoğrafın olduğu yerde fotoğrafla özdeşleşmiş şekilde duran toz taneciği, kızın yüzünde ise ne ben var ne benin varlığına dair bir iz, ben kafamda bunları düşünürken bir fotoğrafa bir kıza 2-3 kez bakmak zorunda kalıyorum, kızın öğrenci vizesi (entry clearance) var ve birkaç kez de giriş çıkışı, dedim bu yolcunun bileti kesin londradan başlamıştır, yani londra-istanbul-londra şeklinde.. bu sırada bir yandan da beni aldırdınız mı diye sormaya yeltenecekken elim fotoğraf üzerindeki toz taneciğine çarpıyor ve kafamdaki tereddüt bir son buluyor derken bu benim şüpheci tavrımdan sinirlenen ve kurulu kontuar düzeninin dışında bekleyen kızın bilgiç babası lafa atlıyor :'



'Ne arıyorsun kızım? bilet mi? bileti göstermene gerek yok, sadece pasaporta bakabilir O !!! ''



yoğun bir gündeyim, günün son demlerindeyim, bir de böyle bir ukala yolcu yakınını kaldıracak, alttan alacak takatim ve sabrım yok, bileti aldım kızdan gerçekten tahmin ettiğim gibiStansted-İstanbul-Stansted şeklinde kesilmiş bilet , yolcunun işlemini bitirdim ve kenarda duran ukala ve kendini bilinçli zanneden babanın üzerine doğru yürümeye başladım, tam önüne geldiğimde durdum bizi ayıran sadece bir rope vardı artık ;



Prof : '' buyrun bir derdiniz mi var? ''



Baba : ''bileti niye istiyorsun senin işin pasaportla'' (bana siz demeyene ben hiç demem)



Prof : '' sen niye dışardan atlıyosun? ''



Ukala baba : '' bana nasıl atlıyosun dersin, benimle nasıl konuşuyorsun sen? çabuk benden özür dile''



Prof : ''Özür mözür dilemiyorum senden, benim işime de karışma, karıştığın için sen benden özür dile'' kral attı 1-0 oldu



Ukala ve bilgiç baba köpürmek üzeredir, müşteri hizmetlerindeki tatlı bayanın alttan alan sesini beklerken, bir güvenlik görevlisinin sertliği ve kabalığıyla cevabını almıştır ama henüz pes etmemiştir..



Baba : '' ben niye senden özür dileyecekmişim''



Prof : '' benim işimi benden iyi nasıl bilebilirsin ki bana neye bakıp neye bakmayacağımı sölüyorsun? ''



Baba : ''tabi ki bilirim, ben her gün uçuyorum''



Prof : '' bana işimi öğretme, ben de her gün bu işi yapıyorum '' kral takımını rahatlatan golü kaydetti ve şimdi durum artık 2-0, aferin çocuklar ;)



dedim ve yolcunun diyecek laf bulamaması sonucunda konuşma sona erdi, geriye kalan sinirleri boşalmış ve rahatlamış bir profiler ve sinirden patlamak üzere olan yolcu yakınıdır, kim bilebilir belki de skorun daha fazla artacağından korkmuştur :p

Hard-Questioning

Sıradaki hikaye yine Londra kontuarından, fakat bu Londra uçuşu akşam 19:15'te kalkan, profiler tabiriyle H3L3 shiftinin H3 uçağı, yani shiftin başlangıç uçuşu olduğundan uykunuzu almış ve kafa dinlek bir şekilde takıldığımız uçuş..kontuarın girişinde ismini vermek istemediğim X kod adlı dönem arkadaşımla geyik yapmaktayız ve şöyle muhabbeti kral bir zenci gelse de eğlensek biraz babında takılmaktayız..Allah'ın sevdiği kuluyuz bu muhabbetin üzerinde dakika gecmeden kontuarın ucunda yırtık pırtık kotlu, renkli tişörtlü, hippi saçlarıyla solariumda fazla kalmış yolcu gözüktü..X profiler yolcuyu aldı, british pasaport, doğum yeri melbourne, tarih 12.08.1978 isim john edward atkins...yolcu işlemi bitmeye yakınken ben gidip pasaportu aldım ve yolcuya '' bu pasaport sahte, orjinali nerde bunun dedim? ''eğlenceli zenci bir kahkaha attı ve '' tebrik ederim nerden anladın? '' diye bana sordu ama bu arada biz yolcuyla kankaya bağlamak üzereyiz, kahkahalar gırla gidiyor!!ben de yolcuya ''bu pasaport sahte çünkü bu benim pasaportum'' dedim.. ben X profiler ve zenci yolcu biraz daha güldük ve yolcunun işlemini bitirdik... Buraya kadar herşey normal, asıl olay burdan sonra patlak veriyor, fakat o süre zarfında ben business kontuarında olduğum için olayı X profilerın ağzından anlatacağım.. bizim muhabbet zencinin bagaj fazlası çıktığı için bilet satışa yönlendirilmiştir ki bu D kontuarından 2-3 dakikalık bir mesafededir, tam bu sırada kuyruğun başında takım elbiseli gayet ciddi ve somurtkan duran saçları ingiliz Sir'lerininkine özenmiş bir zenci sırada görülür ama yüzü bizim az önceki fırlama zenciye benzemektedir..X profiler pasaportu alır ve kahkaha atmaktan kendisini alıkoyamaz, aldığı pasaport az evvelkinin aynıdır ''british pasaport, doğum yeri melbourne, tarih 12.08.1978 isim john edward atkins...'' normalde bu durumla karşılaşan profiler o pasaportu alıp spvnin önüne sahte diye fırlatması lazımdır..(olması gereken) bizim profilerın kahkahası zenci yolcuyu fena bozar, ırkçı bir hareket gibi görür ve daha başka birşey sormasına izin vermez, olay spv'ye taşınır..SPV'de olayın sahtecilikle bağlantılı olacağına kanaat getirir ve pasasportu alıp tabiri caizse ''Hard questioning'' ile yolcuya yüklenir, Hard-Questioning yolcunun sahtecilik yaptığını itiraf ettirmeye yarayan soru sorma metodudur(!) .. yolcu zaten kızmış durumdayken bu uygulamaya hiç gelemez ve daha fena patlar spv'ye.. bu durum olağandışı bir durumdur (extraordinary).. Hard-Questioning de işe yaramaz çünkü yolcunun pasaportu orjinaldir..Olay gerçekten trajikomiktir, yolcu az önceki yolcunun ikizidir ve doğum tarihi, yeri aynı olduğu gibi ismi de aynıdır, yalnız karakteri bayağı bir farklıdır, ya da ona karşı yapılan prosedür onu bu hale getirmiştir, Günün SPV'si yolcudan 10 dakika boyunca özür dilerken, yolcunun ikizi bagaj fazlası ödemesinden dönmektedir... :D

Germanafingis & Öger Türk Tur hatıralarıı

Şimdi başlığa bakıp da fungus (mantar) familyasından bir örnek zannetmeyesiniz, zira üstteki başlık Germanwings (cörmınvings) havayollarının almancı profilinin ağzından size aktarılmasıdır, gercekten de almancı gurbetçilerimiz üstün ingilizce ve almanca telafuzları bizi zaman zaman kırıp geçirmekte, kopup bağlanmakta zorluk çekmemize yol acmıştır.. hikayeler genellikle kısa skeçler şeklindedir. başlamadan evvel yolcu profili hakkında biraz bilgi vermem gerekiyor... Bu havayoluna tabi olan yolcularımızın %90'a yakın bir kısmı genellikle meraklı, çabuk parlayan çabuk sönen, her daim fazla bagajı olan, ellinci uçuşları olmalarına rağmen ilk defa uçuyomuş gibi hareket eden, incelikle pek alakaları olmayan, soru sormayı seven, karşısındaki herkesi müşteri hizmetleri ya da danışma zanneden, neyin ne olduğunu bilmeyen ve anlamak da istemeyen karakterde insanlardır... Repliklerden bunu anlamak fazla zor olmasa gerek, sırası gelmişken de başlayalım repliklere ;=)
Yoğun germanwings (G5) sabiha gecelerinden birindeyiz, yolcu almaktan belimiz kırılmış, sıranın sonu yeni gelmiş, bir yolcu sıranın ucunda gözüktü, diğer havayollarının da uçuşları olduğu için yolcunun germanwings yolcusu olup olmadığını öğrenmemiz lazım, çoğu zaman onlar da teyit ediyorlar, ''germanafingis burası mı, kölün'e burdan mı, düzeldorf neresi'' vb sorularla.. herneyse kahramanımız bir bayan profiler ve aşırı rahat bir yolcu...
Pass: Yurtdışı burası mı?
Prof : Burası..
Pass: Ama ben almanyaya gideceğim..
Almanya'da be ablacım 50 tane havayolu kalkıyo almanyaya, şehri söylesen gene yardımcı olacağız :=)
Prof: Hangi şehir peki?
Pass: şututgart
Şansa bakın ki o gün hem öger türk'ün stuttgart uçuşu da var.. sorular uzamak zorunda..
Prof : Hangi havayolu?
Pass : germanafingis
Prof : tamam hanfendi bu sıradan sizinki
Pass: tamam ben burda bekleyeceğim daha 'kayınımın görümcesinin amcaoğlu' vb gelecek..
Prof: ok bekleyin...
Sadece pasaportu kontrol etmekle sorumlu olan profiler fazladan 5-6 soruya cevap vermek zorunda kalmıştır ama yolcumuz hala kendi havasındadır...Arkada 6 tane kontuar açıktır
Pass: Bunlardan hangisinden vercem ben valizi?
Prof : farketmez .... (profiler daraldı artık)
Pass: Peki bişiy sorcam bagaj hakkı ne kadar?
Prof : bilmiyorum.... (ZzZzZz)
Pass: Benim biraz bagaj fazlam var da o yüzden sordum, acaba problem olur mu?
Prof : bilmiyorum dedim ya hanfendi....
Yolcu kendini soruların başına dönmek ister..çünkü soracağı sorular vardır henüz :)
Pass: şimdi germanafingis şututgart burdan di mi?
Prof : evet dedim ya hanfendi..
Yolcu artık yüzsüzlüğün son haddesine varmış, kapıkomşu muhabbetine geçmek istemektedir..işte profiler'ın sabrını sona erdiren soru...
Pass : Bir de Öger'in şututgart uçuşu varmış onun bagajları nerden veriliyo?
Prof : Hanfendi size ne? nerden veriliosa verilio, ya bagajlarını ver, ya da sus artık yaaa......!!!!!
Yolcu çok relax bir halde...
Pass : Tamam da hanfendi niye sinirleniyosunuz ki durup dururken.....???
Ben daha fazla bir yorum yapamijam!!!
Diğer olay yine sabiha gökçen'de yoğun germanwings uçuşlarından birinde, 2008 ile yürürlüğe giren ve yurtdışında yaşayan vatandaşları da yakından ilgilendiren yurtdışı çıkış harcı konusu.. yıllardır sadece pasaporttaki oturumlarıyla ülkeye giriş çıkış yapan gurbetçiler 2008'den itibaren pasaportlarında yaşadıkları ülkelerdeki konsolosluklardan 'işçidir' vb damgaları vurdurmadığı takdirde çıkış harcını ödemekle yükümlüdürler..Yaşanan olay bununla alakalı, profiler yardımsever, yaşlı dayının iyiliğini düşünen, excess bagajlar konusunda iyilik yapmayı seven, sabihayı yemiş yutmuş bir arkadaşımız ve yolcunun da yaşını da göze alarak ona iyilik olsun diye ;
Prof : bak dayı sen damga vurdurmamışsın, bagajları verdikten sonra köşeden çıkış harcını öde yoksa polis seni çıkartmaz burdan.. diyerek yardım etmek ister..
Yolcu karşısında ona yardım etmek isteyen değil de ondan para çarpmak isteyen biri olduğunu
düşünerek bizim profiler'a çıkışır..
Pass: Ne ödeyecekmişim be, 40 senedir böyle gidip geliyorum, durup dururken ne çıkartıyosun başıma, vermem ben para mara, her seferinde yeni bişey çıkartıolar...
Saf arkadaşımız yaptığı lütuf karşısında boyunun ölçüsünü almıştır..
Prof: ''tamam dayı ne yaparsan yap'' der..
Yolcu bagajları teslim eder uzun pasaport kuyruğuna girer biz hala kontuarda beklemedeyiz, sıra bizim dayıya gelince polis ona aynı şeyi izah eder, ödeme yapmasını söyler, üniformadan dolayı sesini çıkartamayan dayı soluğu bizim profiler'ın yanında alır ve hemen incelir ;
Pass : ''Yeğenim o parayı nerden ödeyeceğiz hele bir söyle'' :)
Profiler az önceki olayı henüz unutmamıştır ve cevabı yapıştırır..
Prof : ''Banane yaa ben bilmiyorum nerden ödersen öde(!) '' diğer profilerlar olarak koparak gülmekteyiz, moralimiz düzeldi valla ;)
Sıradaki hikaye biraz daha gergin geçmiş, olay esnasında yoktum ama anlatılanlara dayanarak aktarıcam..yoğun bir sabiha gecesi, 6 kişilik bir aile uçağı kaçırmıştır ve tartaklamak için birilerini aramaktadır, yakın aralıklarla 5 uçak kalktığından apronda diğer germanwings uçakları görünmektedir..Yolcu ısrarla kendi uçağının kalkmadığını ve apronda duran uçağın onun uçağı olduğunu iddia etmektedir, kontuar görevlisi dayanamaz sorar ;
Görevli : Peki beyefendi orda duran uçağın sizin olduğunu nerden biliyosunuz?
Pass : Biliyorum çünkü benim uçağın kıçında kelebek vardı... (bütün germanwings uçaklarında olan germanwings logosu)
Herkes kendini kahkaha atmamak için kasmaktadır ki bir profiler dayanamaz ve istem dışı basar kahkahayı, herkes kontuar alanını terk eder, ofiste kapı kilitlenir içerden, kopma devam etmektedir, kontuar görevlisi hala laf anlatmaktadır, gözen security 6 kişilik aile ve 20 kişilik uğurlama grubu tarafından linç olmaktan ucuz kurtulmuştur...
Kısa kısa geçecek olursak bu yolcular ;
1.köln'e kölün der ama cologne'nin köln olduğunu bilmez..
2.dortmund'a dortmuş, pasaporta paşaport ya da passport, germanwings'e germanafingis, germanfınks, germania vb. derler..
3. Bu yolcular için en büyük havayolu şirketi hiç uçağı olmayan ÖGER TÜRK TUR'dur..
4. Onlar için almanya'da hiçbir zaman bagaj fazlası hiçbir zaman alınmaz, bu durum sadece Türkiye'de yapılan bir uygulamadır.
5. onlar ''Almanya Çöl Olmasın'' (biz uydurduk DT & MI) hareketine yönelik olarak el bagajı olarak meyve fideleri taşırlar uçakta..
6. Onlar bagaj fazlası ödemesinden sonra '' Bir daha gelmeyecem Türkiye'ye'' ''Bunca yıldır Türkeşçiydim, artık adım atmam bu vatana'' şeklinde, kaçırılan uçak sonrasında ise ''Nasıl binemem ben bu uçağa yaa, ben diğer havalimanında türk hava yollarında uçak içinde 2 saat bekledim'' (nereye varmaya çalışıosa artık)
7. Onlar Öger Türk görevlisine kalkan uçak için ''benim kesinlikle köln'e gitmem lazım, pilotu cepten arayın geri dönsün beni alsın öyle gitsin'' diyen ya da '' Az önce polisi tartakladım, şimdi de seni mi tartaklayayım'' diyebilecek numune insanlardır...
PS: Yazacak birçok anıdan aklıma ilk gelenleri aktardım buraya, yane şu an için buzdağının görünen yüzünü ancak gösterebildim, yarın itibariyle birliğime teslim olacağım ve sizden ayrı kalacağım, Afyon'da 5 ay 5 günüm geçecek gibi duruyor, dönüşte görüşmek dileğiyle, güle güle sevgi pıtırcıkları....

1 Temmuz 2008 Salı

No Racism !!!!

Türk halkı olarak milliyetçi miyiz no racism!! ) Yaşım 24, Euro'08'de yarı finalde bir milli takımım var, şampiyona boyunca geriden gelip de maçı çeviren, bunu 3 kez üstüste yapan ve galibiyet gollerini 90+3, 90+1 ve 120+2 gibi trajik dakikalarda atan tek takım. Bunlar olurken ben hayattaydım, olan biteni gördüm, heyecan duydum, umutsuz bir şekilde maçı seyrettiğim anlar oldu, hepsinin sonunda sesim kısılacak kadar bağırdım.

Euro96'dan sonra Fransa98'e katılamayan bir takımdık o dönem lisede gençlik çağımızda bize bu şampiyonayı çok gören antrenöre ve futbolculara sitem ediyordum. Sene 2004 olduğunda Euro'04 kapısından dönen takım olarak üniversitede arkadaşlarla aynı muhabbete dayalı, milli takımımızın olmadığı, her maçı aynı heyecanda seyretmemizin burukluğu vardı. keza 2006 dünya kupası da öyle oldu.

Ama bu sefer durum farklıydı, Norveç'i Oslo'da yenerek başlayan bir maceranın neticesinde 8 sene sonra tekrar Avrupa Şampiyonası'na geldik.

Orhan Pamuk'un 'Fatih Terim milliyetçi olsa da, şampiyonada Türkiye'yi tutuyorum' açıklamasına Fatih Terim 'in 'Kendisinin görüşüdür, saygı duyarım, benim için de onun milliyetçiliği yetersizdir' cevabıyla girdik turnuvaya. (fatih terim için son derece nazik bir cevap ama katılıyorum kendisine ) ) Benzer konuşmayı vakdi zamanında İsviçre'ye elendiğimiz olaylı maç sonrası, benim için son derece değerli bir insan olan mühendislik dekanı ahmet alp bey'le yapmıştık termodinamik dersinde o orhan pamuk'u ben fatih terim'i oynamıştım, konuşmanın sonunda 'bu ülkeye senin gibiler de lazım ki denge sağlansın' sesi hala kulaklarımda )

Derken turnuva başladı ilk maçta portekiz karşısında çok sevdiğim bir arkadaşımın tabiriyle 'dünya kupasının suudi arabistanı'nı oynadık' 0-2!!.. Sonrasında evsahibi isviçre maçı, 1-0 geride kapattığımız ilk yarıdan sonra nöbetçi golcü Semih'in golü bizi umutlandırdı ve akabinde Arda'nın genç yaşına rağmen o dakikada aldığı büyük sorumluluğu ve yeteneğini takdir ettik, takdir etmekle de kalmadık ev arkımla halının üstünde bir nevi güreştik..1-2!! Son maça geldik rakip çek cum. dakika 60a kadar sahada yokuz ve yediğimiz 2 gol sonrası 2-0 gerideyiz, dakika 75 Arda sağ kanattan hamit'in içeriye çevirdiği topa mükemmel vurdu ve durum şimdi 2-1 oldu. Bu golde iki ev arkadaşım gol gol diye bağırırken ne ayağa kalktım ne de gol diye bağırdım. Sevineceğim golü biliyordum, bu sahada bir gol daha atacağımızı biliyordum dk 87 nihat Petr Cech'in elinde kaçırdığı topu filelere gönderdi. Evet işte bu sevineceğim gol bu, yaşasın maç penaltılara gidecek çeyrek finale çıkabiliriz belki de... hayır hayır nihat beni de yanıltıyordu karşı karşıya kaldığı pozisyonda kalecinin sol tarafına köşeye öyle güzel bıraktı ki topu. Çek halkı inanmak istemiyor, Türk halkı evlerinde yıkılıyor, ben ve ev arklarım kümelenip tezahürat yapıyoruz. UEFA'nın resmi sitesindeki başlığı 'TURK THAT' yani 'ONLAR TÜRK'

Evet çeyrek finaldeyiz, facebookta poker oynarken hırvatlarla tartışıyorum, onlar türkiye için çeyrek finalin şampiyonada son nokta olduğunu savunuyorlar, aksini idda ediyorum, sahada görüşücez cümleleriyle bitiriyoruz tartışmayı..evet çeyrek final maçı 90 dakikayı evde seyrediyorum genel anlamda hırvatistan'ın üstün olduğu bir maç, ilk uzatma devresi sanki biraz kıpırdanıyoruz ama gol yok. 2nci uzatma devresi başlıyor kapıma kadar gelen servis aracına biniyorum ve sabiha gökçen'e doğru yol alıyorum, bas erdal abi bas penaltılara yetişelim diyoruz cümleten ve o an donup kalıyoruz, erdal abi penaltılara yetişelim diye tem'de slalom yaparken yapma rüştü klasnic ve gol sesi sonrası direksiyon erdal abi'den bir yumruk yiyor dk119, 0-1!! kafamı önüme eğdim şoka girdim sanki olamaz diyorum elendik yaa bu kadaar kolay mı, 1 dakka daha dayanamadınız mı be insafsızlar, tam radayoyu kapatalım artık derken bir karambol arda semih goooooooooooooooooooooooooooooooollllllllllllllllllllllllllllllllll sesi ve tamamıyla spontane gelişen bir sevinç yumağı dk120+2, 1-1...Penaltılarda ezici bir üstünlükle kazanıyoruz, havalimanına kornaya basarak giriyoruz, silah atmıyoruz madem bari kornaya basalım, o dakika bize ceza yazacak polise yunan mısın sen kardeşim derim )

O gece çalışırken ID kartımın takılı olduğu yoyo'nun üstüne yapıştırdığım ayyıldız ayrı bir parıldıyor, ahh diyorum bugün bir hırvat gelse bu uçağa da biraz muhabbet etsek, slaven bilic'in o çıldırış sahnelerini tartışsak, ahh bu facebooktaki sataşmaların acısını çıkartsam..Yok gelmedi tabiki, zaten pek nadir gelir ) Bu mudur şimdi aşırı milliyetçilik

Şimdi dönelim konumuza, milliyetçi bir toplum muyuz aşırı milliyetçi miyiz?? tartışmaya açık(!) Açalım o zaman tartışmaya, milliyetçilik nedir ordan başlayalım. Milliyetçilik 'Milliyetçilik veya Ulusçuluk, kendilerini birleştiren dil, din, tarih veya kültür bağlarından dolayı millet veya ulus olarak tanımlanan bir topluluğun siyasi birliğini ve egemenliğini savunan siyasi görüş.' (Alıntı Vikipedi)

Çok karıştırılır ama ingilizler milliyetçi değildir mesela Anglosakson kültürü Angluslar, Saksonlar ve Jutilerden oluşan Cermen ırklarıdır, kendilerini diğer ırklardan üstün görürler, diğer ırkları sevmezler ama milliyetçi olmadıkları söylenir.. (biraz aldatmaca var sanki (!) ) Biz ülkemize gelen turist ile konuşmak için can atarız, elimizden gelen iyiliği yapmaya çalışırız, her türlü yardımı da yaparız ama biz milliyetçiyiz.

Biz ki brezilyalı marco aurelio'yu mehmet yapıp hiçbir şekilde dil,din,tarih veya kültür bağımız olmamasına rağmen bu ülkenin milliyetçilik sembollerinden Fatih Terim tarafından milli takıma alırız ama biz aşırı milliyetçi oluruz.

İtalyan kulübü Lazio'nun tarhinde hiç zenci futbolcu olmamıştır (yanılmıyorsam) ama onlar milliyetçi değildir.

İspanya'da Etoo, İngiltere'de Ashley Cole bir maçta ayağına top geldiğinde maymun sesleriyle başbaşa bırakılır ama onlar aşırı milliyetçi değildir, herkesin diyemesem de futbolla alakalı kişilerin bildiği bir gerçek İspanya'nın Athletic Bilbao kulübünde Bask bölgesinde doğmayan bir futbolcu oynayamazdı bu seneye kadar (hiç yabancı futbolcuları da yok tabi ki) ama onlar aşırı milliyetçi değildir (!) Oysa ki bizim ligimizde bir futbolcu önce Trabzonspor'da daha sonra da Diyarbakırspor'da oynayabilir ki oynamıştır (!) Ama biz aşırı milliyetçiyiz!!

Herkesin dilinde bir laf Türkiye'de milliyetçilik yükselişte bu türk-kürt halkı arasında kopmaya neden olabilir. Yani diyecek tek bir şey kalıyor gerçi daha önce söyleyen söylemiş..Ne demiş Oktay Sinanoğlu hocam 'bu söylemler, bu yakıştırmaların hepsi ithal' bu aşırı milliyetçi, milliyetçi sözleri de ayarlı medyanın bize dayattığı ya kabullenirsin ya da etrafında herkes söylemeye başlar kabullenmek zorunda kalırsın dediği şeyler..

Ben ülkemi seviyorum, annemi, babamı, memleketimi, halkımı, milli takımımı, tuttuğum takımımı seviyorum. Benim ülkemin vatandaşı olmak isteyen diğer ülke vatandaşları buyursun gelsin itiraz etmiyorum ve Türkiye halkının en az %80'i böyle düşünüyor ama Türkiye milliyetçi bir ülke..

Galatasaray vs Leeds Utd maçı öncesi taksimde çıkan olaylar bizi bir anda aşırı milliyetçi yaptı. kardeşim adam almış üzerinde bayrağım üzerinde Atatürk resmi olan Türk liramı g.tüne sürüyo ve arkasında 15-20 tane sarhoş salağa güvenerek bunu yapıyo..Düşünmüyo ki karşısında İstanbul'da alkolün en çok tüketildiği yer 'beyoğlu' var Eğer ki böyle bir tahrik altında kılını kıpırdatmayacak yegane ülke varsa Birleşik Devletler'dir.(polis çağırılır olaya bulaşılmaz, karşınızda Texaslı birisi varsa orada da garanti edemem ) ) Geriye kalan bütün avrupa'da adama dalarlar, ölür mü ölmez mi bilinmez ama adama dalarlar be kardeşim!

Her ülkede aşırı uçlar vardır, yukarıda çeşit çeşit örneklerini futbol alanında verdim, son viyana'daki maçtan önce dahi 3000 hırvatın 150 türkü sıkıştırdığı söyleniyo, hırvatlara milliyetçi demek için bir-iki türkün mü ölmesi lazımdı yani ?!

AB ne yapıyo peki bu durumda Kardeşim diyor siz de milliyetçilik had safhada bunu azaltmak lazım, nasıl yapacaklar dil, din, kültür ve tarih öğelerini parçalamak lazım.

Dil zaten safdışı bırakıldı, her gün farklı bir ingilizce kelime dilimize giriyor, engel olamıyoruz!! (kulakların çınlasın Oktay Hocam, büyüksün)

Din konusunda devşirme olayından ziyade her şekilde önce tarikatler ile yozlaştırıp sonrasında insanı dinden soğutuyorlar. Din ile devleti karşı karşıya getirerek mesela ;)

Kültür konusunda enteresan tezleri var, türk-kürt bölücülüğünü tetiklemek için M.Ö. 6ncı yüzyılda yaşamış, Perslerin bir kolu Medler'i kürtlerin ataları diye anlatarak zamanında bir devletleri vardı, yıllardır, yüzyıllardır, düzeltiyorum binyıllardır egemenlik altında yaşamışlardır diyorlar. Aklı selim olan gülüp geçiyo, olmayanın vay haline, halkların kardeşliği (halk/2 = halklar) diye Kadıköy İskele önünde, Taksim Meydanı'nda asıl bölücülüğü yapıyorlar. Yani biz iki bin yılı aşkın bir süredir bir kültür bağı oluşturamamışsak hakkaten ağır milliyetçiyiz! Birleşik Devletler 200 yılda yaptı biz 2000 senede yapamadık, ben de yedim! Gördünüz ya aslında kültür bağımızda yokmuş..trabzon'da yürütülen pontus oyunlarını şimdilik kendime saklıyorum..
Yukarıdaki paragrafta aslında tarih olgusunu da açıkladım, malum bazı öğeler birbirine yapışık ayıramıyosunuz..tarihler de farklıymış onlar 2000 senedir yoktular, 2000 sene önce Medler vardı, sonra kayboldular 1984 yılında tekrar yeryüzüne (Anadolu topraklarına) gelince kültür bağı kuramamışız, ilginç!!

Sonra baktılar ki aslında milliyetçiliği oluşturan öğeler bu kadar değilmiş. Bu Türkler bir terim daha eklemiş bunların içine, onları bir arada tutan birleştiren bir şey daha var, mezarında olsa dahi onlara yol gösteren önderleri var, onu ölmüş kabul etmiyor hiç biri, evet ATAM en son senin birleştirici rolünü de gördüler seni de hayatımızdan çıkarmak için uğraşmaya başladılar, devlet dairelerinden kaldırın dediler ama bilemediler sen bize bir fotoğraf kadar uzak değilsin, hepimizin içindesin!!

peki biz ne yapıyoruz?? Çılgın türkler olarak biz ne yapıyoruz AB'nin genişlemeden sorumlu bilmemnesi Ankara'ya değil de Diyarbakır'a inerken, Taksim'de PKK ve Abdulah Öcalan eylemlerinin emirleri Brüksel'den gelirken, ABD helikopterlerinden dağlardaki teröristlere yardım mazlemeleri atılırken buna dur demek için ne yaptık Bireysel olarak düşünelim, herşeyi devlete bırakmayalım..

Şahsen ben bir dönem kimya mühendisi olarak, bir atom bombasıyla ülkenin doğusunda bir parçayı haritadan silme planları yaptım. Sonra bi baktık ki olay böyle değil, birçok kürt arkadaşım oldu, mert, delikanlı çocuklar bunlar dedim kendi kendime ama güvenemedim, sonra daha fazla muhatap olmaya başladım baktım ki bunların kürdistan (ithal terim) gibi bi dertleri yok, onların da tek derdi para kazanıp hayatlarını sürdürebilmek.

Sonra olayları konuşmaya başladık bu insanlarla, karşı tarafı dinleme fırsatı buldum, içlerinde her birinin ak kaşık olmadığını onlar da biliyorlar. Ben de onlara anlattım şu günlerde bütün avrupa basınının hakkımızda yazdığı bu ülke insanı çılgındır, ani refleksleri vardır, damarına basarsanız ne sizi ne tanır ne analarını.. kasıt size karşı değil bakın ingilizler de aynı gazaba uğradılar taksim meydanında hem de dağlarda değil!

Yazımın sonlarına geliyorum ama aşırı milliyetçiyiz ya da değiliz demiyorum, ben böyle ithal terimlere karşıyım.. Safkan ırk gibi bir düşüncem de yok, zaten farklı dna'ların çaprazlanması, farklı ırkların daha sağlam daha dirençli bireyler ortaya getirdiğini söylemekte... Bu ülkenin iyiliği için uğraşan herkes yanımdadır, illa ki bir terim bulacaksanız vatansever deyin geçsin gitsin ;)
Öptüm herkesi hoscakalın..

PS: Bu yazıyı yazdığımda henüz elenmemiştik, Kutlarım milli takım futbolcularını bize bu gururu yaşattılar :)

4 Haziran 2008 Çarşamba

Zaman makinesi


tarih 04-06-08 saat 11:44 ilk blogumu bugün yazmaya karar verdim, içimden öyle geldi belki geç alınmış bir karar oldu ama olsun her şeyde bi 'HAYIR' vardır di mi. beni bugüne kadar herşeydeki bu HAYIR'lar durdurmuş demekki :) şimdi bu blogu okurken içinizden diyeceksiniz uleen zaten tarih ve saat koymana gerek yok onlar blog bilgilerinde görünüyo diye ama bu benim ilk blogum özel olmalı biraz di mi hem ayrıca kaç kez okuduğumuz blogun sol alt sağ üst tarafına iliştirilmiş ufacık tefecik tarih kutucuklarını inceliyoruz ki :s ??

bugün ne anlatmayla başlasam diye düşündüm de zamandan bahsedesim geldi, yüzyıllardır herkesin peşinden koştuğu kimsenin yakalayamadığı bir kavram, aslında düşünüyorum da selçuk erdem karikatürleri geliyo aklıma ilk insanlar ne akşam var ne sabah ne ikindi, cumaymış perşembeymiş, pazar tatiliymiş hepsinden ırak yaşamışlar, hatta hemen hemen hepsi zaman diye bir kavramın olduğunun farkında bile değildi. Peki biz kendimize niye böyle bir kavram yarattık gerekli miydi? Kllasik tarih kitaplarını karıştırmayacağım çünkü eminim zaman kavramını ilk ortaya atan ya mısırlılar ya da çinlilerdir. Hayatımıza bizi kısıtlayan bir terim sokmuşlar, düşünün bu terim öyle bir yer etmiş ki beynimizde 'zamanla' akşam akşam top mu oynanır, sabah sabah bira mı içilir gibi deyişler belirmiş günlük konuşma dilimizde!! (ilginç)

Bu kavram üstüne uzun uzun düşünmüştür herkes hayatında en az bir kere (uzundan kastım bir dakika da olabilir ne de olsa zaman göreceli bir kavramdır ;)) beni en çok düşündüren olay belki de birçok kişiyi Geleceğe Dönüş(back to future) filmindeki doktorun yaptığı (kahretsin benden önce düşünmüş :p) zaman makinesiydi. madem ki ortaya bir terim yarattık bunu kontrol etmek bizim için kolay olmalı öyle değil mi? yeni icat edilen herşeyi kolaylıkla kontrol edemiyor muyuz? kablosuz modem, duvara monte LCD, core 2 duo işlemci... eee nerde kaldı bir mucitin yarattığı icadını kontrol etme kabiliyeti.. Sormazlar mı adama madem kontrol edemeyecektin ne diye icat ettin ?? bu konuyu şöyle dikkatli bir şekilde masaya yatırsanız çok tatlı bir film senaryosu çıkar, yani tabi film Matrix filmindeki gibi birkaç ülke de yasaklanabilir ama Matrix'in kötü olduğunu 10 kişiden kaçı söyleyebilir?

Bir adım öteye geçelim, doktor bize makinayı icat etti ve 'kullanım koşullarını kabul ediyorum' kutucuğunu işaretlememizi söyledi. Kim ne kadar ben 'keşkesiz' yaşıyorum dese de (mesela ben) herkesin geçmişteki bir zaman dilimine dönme arzusu hat safhadadır. Belki de insanoğlunun en büyük ihtiyacı durumunda bir buluş ; düşünsenize yıllarca pişman olduğun eski kız arkadaşını terk ettiğin güne geri gidebilmek, 13 yıl önce anneannenin hastanede yatalak vaziyette olduğunu bildiğin halde sen ziyaret yerine futbol maçını tercih ettiğin güne dönmek veya okulunun 2 sene uzamasına sebep olan 2. sınıf dersinin finalinin sabahına alarmı kapattığın ana dönmek... bunları yanyana veye dikine bir araya koyduğumuzda karşımıza çıkan tabloyu bu da bir ihtiyactır diyerek geçiştirmek sanırım pek adilce olmaz. Bu herkesin en büyük ihtiyacıdır.

Sona yaklaşırken biraz daha iştahla yazdığımı söylemem gerekir, malum çok şeyden bahsedince birçok ayrıntı çıkıveriyor karşınıza :) şöyle bir giriş yapayım şimdi bir nevi son cümlemi ilk başta söylüyorum. 'yukarıdaki paragraf külliyen kelime oyunları ve insan vicdanının açıklarından yararlanılarak yazılmıştır'.. ekran karşısında korku filmlerindeki hoplamasanız da bu çocuk ne diyo şimdi diyebilirsiniz. Ne mi diyorum yine bir filmden örnek vererek gireceğim (senelerdir hiçbir film bu filmi benim listemdeki liderlik koltuğundan edemedi, edeceğini de sanmıyorum) 'Kelebek Etkisi' namı diğer 'Butterfly Effect'.. Filmi izlemeyen tek tük insan olacağından olayı açmam gerekebilir, geçmişe döndünüz bir kapris veya boş bir gurur uğruna terk ettiğiniz ama çok sevdiğiniz kız arkadaşınızı terk etmediniz elveda dediğiniz gün aslında elveda demediniz ona çiçek alarak gittiniz, ilişkiniz 2 yıl daha devam etti o üniversiteyi kazandı siz kazanamadınız o üniversitede tahsil hayatı daha düzgün birini buldu siz bunalımdayken o sizi terketti ve siz de intihar ettiniz !!! olabilir mi böyle bir seçenek? Türkiye şartlarında çok muhtemel... okuyan herkes şimdi belki de o tamam da kaybettiğimiz anneanne ne olcak diyorsunuz, o gün amatör kümedeki futbol takımından izin alarak maça çıkmadınız ve elinizde bir buket çiçekle anneanneye moral vermeye hastaneye gittiniz, anneanne sizi gördü, anneannenin hala ayakta duran hipotalamusu dedi ki ey anneanne mutlu ol şimdilik bak torunun geldi ben burdan serotonin salgılıyorum, bak şimdi kendini iyi hissedeceksin, anneanne de o an için azraile el salladı ve hayatına devam etti o an için (ne kadar da mutlu bir son).. ancak ve ancak anneannenin hastanedeki günleri bitmedi hastanede serumla beslenmeye devam etti, iç organlarının yorulmuş bir şekilde vücuda acı vererek çalışması sürdü, anneanne 2 hafta boyunca ağrıyla sızıyla inlemeyle uykusuzlukla o yaşına rağmen bu acılara katlanmasıyla hayatını idame ettirdi ve 2 hafta sonra hiçbir serotonin melatonin endorfin onu geri döndüremeyecek şekilde hayata gözlerini yumdu.. bizim ana karakter yıllarca pişmalık duymayacak artık çünkü görevini yerine getirdi değil mi? anneannenin 2 hafta daha acı çekmesinden ne olur ki zaten yaşlı kadın çekmiş çekebileceği kadar 2 hafta daha neyi değiştirir. ben şahsen böyle bir durumda ana karakter olarak futbol maçına çıkmayı tercih ederim.Peki bu anlattığım senaryo muhtemel mi türkiye şartlarında ve dünya şartlarında 'evet' .. Senaryoyu çok daha acıklı hale getirebilirdim yanlış iğne vurulması, makasın hastada unutulması, aidsli kan verilmesi vs.

Galiba sonuca geldik nerden başlamıştık 'zaman' kavramı. neydi? kontrol edemediğimiz bir kavram ne yapmaya çalıştık? kontrol etmeye. başarabildik mi? yaptığımız tek şey kontrol edemediğimiz yeni bir buluş yeni bir hayat yeni bir 'zaman' yaratmak oldu.. Ben hiçbir zaman şunu demiyorum Bir zaman makinem olsa da ben onu kullanmak istemem, üstüne çok isterim hayatta birçok şeyden daha çok isterim, beni durduran tek şey zaman makinesini yüzünden yeni yeni zamanlar, tarihler, facialar, ölümler yaratıyor olmak istememem.. Ben böyle mutluyum siz de öylesinizdir eminim, sağlıcakla kalın....